Ertuğrul Günay’dan Çok Konuşulacak İddia! “Davutoğlu ve Erdoğan Bana Altı Ay İçerisinde Suriye’yi Biz Yöneteceğiz Dedi!”
Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) 2001 yılında Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşları tarafından kurulduğunda bu partinin Türk siyaseti üzerinde büyük bir etki yaratacağı öngörülüyordu. Kuruluşundan itibaren hem iç hem de dış politikada köklü değişiklikler yaparak ülkenin siyasi ve toplumsal yapısını derinden etkiledi.
Bu yazıda önce bu 23 yıllık serüvenin köşe taşlarını ele alacağız. Son bölümde ise partinin başarılarını, eleştirilen yönlerini ve Türkiye üzerindeki uzun vadeli etkilerini Kültür ve Turizm Eski Bakanı Ertuğrul Günay ile konuşacağız.
Başlangıç ve İlk Yıllar: 2002-2011
AK Parti, 2002 seçimlerinde büyük bir zafer elde ederek tek başına iktidara geldi. Bu dönemde parti, Türkiye’nin siyasi ve ekonomik istikrarını sağlamaya yönelik adımlar attı. Avrupa Birliği (AB) süreci, bu dönemin temel önceliklerinden biriydi. AK Parti, AB’ye üyelik hedefini destekleyen reformlar gerçekleştirdi; askeri ve sivil bürokrasinin etkisini azaltarak demokratikleşme sürecini hızlandırdı. Bu dönemde gerçekleştirilen yasal düzenlemeler, kadın hakları ve ekonomik reformlar, partinin toplumsal destek kazanmasına yardımcı oldu.
Ekonomik alanda 2002’den itibaren Türkiye, yüksek büyüme oranları ve genişleyen bir piyasa ile dikkat çekti. Sağlanan istikrar, iş dünyasının güvenini artırdı ve yabancı yatırımları teşvik etti. Ancak bu yıllarda yaşanan hızlı ekonomik büyüme, daha sonra karşılaşılacak ekonomik zorlukların bir ön sinyaliydi.
Orta Dönem: 2011-2018
2011 seçimleri AK Parti’nin üçüncü kez iktidara gelmesini sağladı, ancak bu dönemde bazı değişiklikler ortaya çıktı. 2011’den sonra AK Parti’nin politika ve stratejilerinde önemli bir dönüşüm yaşandı. Parti, Arap Baharı’nın etkisi altında, Orta Doğu’daki liderlik rolünü üstlenme çabası içine girdi. Bu süreç, özellikle Suriye’deki gelişmelerle birlikte Türkiye’nin dış politikasında köklü değişikliklere yol açtı.
Bu dönemde ekonomik ve sosyal alanda hükümetin büyük projeleri ve yatırımları dikkat çekti. Ancak, iç ve dış politikada yaşanan zorluklar hükümetin sıklıkla eleştirilmesine neden oldu. Özellikle Gezi Parkı protestoları ve 17-25 Aralık yolsuzluk soruşturmaları, hükümetin karşı karşıya kaldığı önemli krizler arasında yer aldı.
2013 yılındaki Gezi Parkı protestoları, hükümetin şehirleşme politikalarına ve ifade özgürlüğüne yönelik eleştirilerin merkezine oturdu. Bu olaylar, AK Parti’nin toplumsal duyarlılığı ve demokratikleşme sürecindeki eksiklikleri konusunda önemli bir dönüm noktası oldu. Gezi Parkı olaylarından sonra hükümetin otoriterleşme süreci hız kazandı.
Darbe Girişimi ve Sonrası: 2016-2024
15 Temmuz 2016’da gerçekleşen darbe girişimi, AK Parti hükümetinin en büyük sınavlarından biri oldu. Bu girişim sonrasında uygulanan Olağanüstü Hal (OHAL) ve güvenlik tedbirleri, toplumda geniş bir tartışma yarattı. Hükümet, darbe girişiminin ardından geniş çaplı bir temizlik harekâtı başlatarak, FETÖ ile ilişkili olduğu iddia edilen birçok kişiyi görevden aldı ve tutukladı. Ancak bu süreç, toplumsal özgürlükler ve hukuk devleti ilkesinin erozyona uğradığına dair eleştirileri de beraberinde getirdi.
2017 referandumu ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin (CHHS) getirilmesi ve 2018 seçimlerinde AK Parti’nin bu yetkilerle tekrar iktidara gelmesi büyük bir reform olarak değerlendirildi. Bu sistem, yürütme yetkisini Cumhurbaşkanı’na devrederken parlamenter sistemin denetim mekanizmalarını da büyük ölçüde kaldırdı. Bu değişiklikler, yürütme gücünü tek elde toplayarak hükümet etkinliğini artırmayı hedefledi. Ancak, bu sistemin getirdiği değişiklikler ve yürütme yetkilerinin artışı, eleştirilerin hedefi oldu. Eleştirmenler, bu sistemin güçler ayrılığı ilkesini zayıflattığını ve demokratik denetim mekanizmalarını ortadan kaldırdığını belirtti.
Toplumsal ve Ekonomik Etkiler
AK Parti’nin 23 yıllık iktidarında Türkiye’nin toplumsal yapısı ve değerleri de büyük bir değişime uğradı. İlk yıllarda toplumun geniş kesimleri, ekonomik kalkınma ve demokratikleşme sürecini destekledi. Ancak, sonraki yıllarda yaşanan toplumsal ve siyasi gerilimler AK Parti’nin toplumsal etkisini tartışmalı hale getirdi.
İslami değerlerin toplumsal yaşam üzerindeki yansımaları, parti politikalarının önemli bir parçası oldu. Ancak, bu değerlerin siyasi ve toplumsal alanlarda istismar edilmesi, dini değerlerin yozlaşmasına ve toplumda daha seküler bir anlayışın hakim olmasına yol açtı. Dinin sadece şekli ritüellere indirgenmesi ve siyasi araç olarak kullanılması, toplumda dindarlık yerine sekülerleşmenin artmasına neden oldu.
Ertuğrul Günay: Suriye İç Savaşı başladığında Davutoğlu bana altı ayda Suriye bizim dedi
Ertuğrul Günay 2007 yılında Ak Parti’ye katıldı. Kültür ve Turizm Bakanı olarak da görev aldığı Ak Parti’den 17-25 Aralık davaları sırasında istifa ederek partiden ayrıldı. Ak Parti’nin 23 yıllık serüvenini Ertuğrul Günay ile konuştuk.
AK Parti’nin 2002 seçimlerinden itibaren iktidara gelmesi Türkiye’nin siyasi ve ekonomik yapısını nasıl değiştirdi? Bu değişikliklerin en belirgin sonuçları nelerdir?
AK Parti’nin iktidar sürecini iki döneme ayırıyorum: 2002-2011 ve 2012-günümüz. İlk dönemde AK Parti, askeri ve bürokratik vesayetleri reddeden, Avrupa Birliği doğrultusunda hareket eden, kültürel çoğunluğa önem veren ve gelir dağılımını düzeltmeye çalışan politikalar uyguladı. Bu politikalar 2007 ve 2011 seçimlerinde olumlu sonuçlar verdi.
Ancak 2011’den sonra bir değişim yaşandı. Üçüncü seçimde oy artışı, bir kibir ve güç zehirlenmesine yol açtı. Arap Baharı’nın etkisiyle Orta Doğu’da lider ülke olma hayali doğdu. Bu, Suriye müdahalesi ve Avrupa Birliği yerine daha içe kapanmacı, Asya’ya dönük politikalarla sonuçlandı. Yeni ittifaklar kuruldu ve eski çizgilerden uzaklaşıldı. Şu anda, başlangıçtaki ilkeleri reddeden bir çizgiye gelindi ve bu yanlışların bedeli her seçimde ödeniyor.
AK Parti’nin “Hedef 2023” sloganı ve bu hedefler doğrultusunda uyguladığı politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle ekonomik, sosyal ve kültürel hedeflere ulaşmada ne gibi ilerlemeler kaydedildi?
2011-2012’de yaklaşık 1060 maddeden oluşan bir hedef çizgisi yayınlandı. Ancak bu hedeflerin tam tersine bir çizgiye savrulundu. Örneğin, 2012’de Türkiye kişi başına 12-13 bin dolar gelir elde etmişti, ancak bu düzey sonradan düştü. Şu anda kişi başına gelir 13 bin dolar civarında, oysa hedef 25 bin dolardı. 10 yıl önce vaat edilen hedeflere ulaşılamadı. 2017 referandumu öncesinde bazı gazeteler referandumdan sonra doların 3 liranın altına düşeceğini iddia etmişti. Ancak dolar şu anda 33 liranın üzerinde. Ekonomik, sosyal ve siyasal tabloda büyük bir yıkım yaşanıyor.
15 Temmuz darbe girişiminin ardından AK Parti’nin güvenlik ve hukuk tedbirlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
15 Temmuz darbe girişimi, Erdoğan’ın ifadesiyle iktidar için büyük bir fırsat oldu. Ancak darbenin ardından demokrasiye açılan bir kapı yerine antidemokratik adımlar atıldı. OHAL dönemi geldi ve yasaların suç saymadığı eylemlerden dolayı insanlar cezalandırıldı. Hakkında yargı kararı olmayan kişiler işlerinden edildi. Bu durum, toplumun farklı kesimlerinde geniş bir baskı ortamı oluşturdu ve bu baskı hâlâ devam ediyor.
Türkiye geçmişte de darbeler yaşadı (1960, 1970, 1980). Ancak, bu darbelerin yaraları yıllar içinde sarıldı. Şimdi 15 Temmuz’un üzerinden 8 yıl geçti, ama hala aynı sertlikle toplumsal kesimlere baskı yapılıyor. Örneğin, 1964’te çıkarılan af ile müebbet hapis cezası almış insanlar özgürlüğüne kavuşmuştu. Şimdi ise 15 Temmuz’un yaralarına hâlâ tedavi edici bir adım atılmadı.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin Türkiye’nin siyasi yapısına ve hükümet sistemine etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Özellikle bu değişikliğin muhalefetle ilişkiler ve hükümet etkinliği üzerindeki etkileri hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Hukukçu olarak bu sistemi ele alıyorum ve Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’nin -2017’de yapılan anayasal değişikliği ile getirdiği sistemin- medeni dünyada bir örneği olmadığını düşünüyorum. Bu sistem, ne başkanlık sistemine ne de parlamenter sisteme benziyor; tam anlamıyla kendi başına bir sistem.
Bu sistem, tüm yetkileri tek bir kişinin elinde topluyor ve denetim mekanizmalarını ortadan kaldırıyor. Yargının atamaları dahil, tüm yetkiler bir kişiye verildiği için bu durum devleti felç eden kişisel bir iktidar yaratıyor.
Ekonomik sonuçlar bunun bir örneği: Referandum öncesinde iktidar yanlısı bir gazete doların üç liranın altına inebileceğini yazmıştı, ama bugün dolar otuz üç liranın üzerinde. Bu, ekonomide geldiğimiz tabloyu ve sistemin verdiği zararı gösteriyor.
Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, anayasal sistemimize büyük zararlar verdi. Önceden devletin başı tarafsız ve birleştirici bir rol üstlenmişti. Ancak bu sistemde Cumhurbaşkanı partili ve parti başkanı olarak hareket ediyor. Bu da toplumsal bir yarılma yarattı. Türkiye’nin toplumu birleştirecek değil, yaracak bir düzenlemeye sahip.
Toplumsal çeşitliliğimiz, inanç farklılıklarımız, etnik kökenlerimiz ve siyasi görüşlerimizle, kriz anlarında güveneceğimiz bir devlet bütünlüğü ve temsil makamı kalmadı. 2017 anayasa değişikliği sonrası bu bütünlüğü temsil eden bir makam ve güvenilir bir merci eksikliği yaşanıyor. Bu, bu millete yapılmış olan çok büyük bir kötülüktür.
AK Parti içindeki gruplar (Tayyipçiler, Pelikancılar, Küskünler, vs.) ve bu grupların parti politikaları üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Parti içindeki bu dinamiklerin genel politika ve karar alma süreçlerine etkileri nelerdir?
Bu grupların çok etkili olduklarını düşünmüyorum. Sayın Erdoğan tarafından manipüle edilmediği sürece, bu grupların etkisi sınırlı kalacaktır ve zamanla geçersiz hale gelebilirler. Ancak, eğer Erdoğan bu gruplardan birine bir işaret verirse, o grup parti içinde etkili hale gelebilir. Bu nedenle benzeri tartışmalarla fazla uğraşmanın gereksiz olduğunu düşünüyorum.
AK Parti dönemindeki dış politika stratejileri ve Türkiye’nin uluslararası ilişkilerindeki değişimleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye’nin Suriye, Libya gibi bölgesel krizlerdeki rolü hakkında ne düşünüyorsunuz?
Arap Baharı başlangıçta demokratik dönüşümlerin ve Arap diktatörlüklerinin yıkılmasının umut edildiği bir süreç olarak görüldü. Ancak, bu halk hareketlerinden çıkan yeni yönetimler genellikle demokratik olmadı. Türkiye, özellikle Erdoğan ve Davutoğlu, Arap Baharı’ndan demokrasinin doğacağını ve bu süreçte lider rolü üstlenebileceğimizi düşündüler. Ancak bu beklentiler gerçekleşmedi. Suriye örneğinde, Arap Baharı’nın Türkiye’yi de etkileyeceğini öngördüm ve Suriye meselesinin uzun vadeli sorunlar yaratacağı konusunda uyarılarda bulundum. Bu uyarılara rağmen Davutoğlu ve Erdoğan bana “kendini üzme 6 ay içerisinde Suriye’yi biz yöneteceğiz” dedi. Aradan 12 yıl geçti ve bu süreçte yapılan büyük bir yanlışın sonuçlarıyla karşı karşıyayız.
Arap Baharı’na dahil olmak ve liderlik hayali, Avrupa Birliği ile olan ilişkilerimizi zayıflattı ve Türkiye’nin küresel rolü açısından olumsuz sonuçlar doğurdu. Şu anda gelinen noktada bu yanlışların bedelini ödüyoruz ve Türkiye’nin stratejik yönelimi büyük ölçüde değişmiş durumda.
AK Parti’nin 22 yıllık iktidarında toplumsal yapıyı ve değerleri nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz? Özellikle İslami değerlerin toplum üzerindeki yansımalarını ve parti politikalarının bu değerlerle ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
AK Parti’nin iktidarında İslami değerler ve dini semboller toplumsal yaşamda önemli bir yer edindi. Ancak bu sürecin toplumsal etkileri karmaşık ve bazı olumsuz sonuçlar doğurdu. Parti, dini değerleri ve sembolleri sıkça vurguladı ve bunları siyasette etkin bir araç olarak kullandı. Ancak bu yaklaşım, toplumda dini değerlerin yozlaşmasına ve istismarına yol açtı. Özellikle Erdoğan’ın son konuşmasında dini değerlerin ve cami ile cemaatin siyasetteki rolü hakkında yaptığı vurgular, aslında bu değerlerin kötü temsil edildiği ve siyasete alet edildiği gerçeğini yansıtmaktadır. Dini değerler, adalet, merhamet, yardımlaşma gibi özsel unsurlar yerine daha çok şekli ritüellere indirgenmiş ve bu durum toplumda geniş bir sekülerleşmeye yol açmıştır.
Toplum, dinin sadece bir siyasal ve ticari araç olarak kullanılmasından rahatsızlık duydu ve bu durum, dindarlık yerine seküler anlayışın artmasına neden oldu. Eğer amaç dindar bir toplum yaratmaksa, AK Parti’nin politikaları bu amacın tersine bir etki yaratmış gibi görünüyor. Bu politikalar, dini değerlere olan saygıyı azaltmış ve toplumun dinden uzaklaşmasına yol açmıştır. Sonuç olarak AK Parti’nin dini değerleri kullanma şekli, bu değerlerin özünden uzaklaşmasına ve toplumda daha seküler bir anlayışın hakim olmasına neden olmuştur.